KÖMÜR
ESRA ERGÜZELOĞLU

İÇERİK

Bağırsam neye yarar, nasılsa duymazlar.
Ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm;
İçimde cesetler ve daha ölmemişler var.

Metin Altıok

Tanım1

Rengi midir, yandıktan sonra kalan mıdır, parlaması, yanması, ısıtması mıdır, değeri midir adına anlam katan yoksa yer altından gelmesi mi? Diller bu anlamlar arasında birbirine atfeder durur, kelimeler birbiri ile çarpışır. Kömür, Türkçede köy- “yanmak” fiilinden türemiştir. Bu fiil, eski Türkçe köñ- fiilinden evrilmiştir. Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki anlamını yorumlayan bazı dilbilimciler kelimenin göm- fiili ile de ilişkisini kurmuşlar (Kabataş, 2003: 154). Kömür kelimesinin ilk kullanımında yanarak kararan “odun kömürü” anlamına geldiğini, madenciliğin konusu olan “gömülü kömür”ün tarihsel açıdan daha sonra eklendiğini düşünmek daha makul gibi. Zamanla asıl kömür bu olmuş, diğer dillerde de “odun” kömürü için yeni bileşik terimler oluşmuştur: charcoal, holzkohle gibi. Fransızca carbone da Latince odun kömüründen gelir. Arapça fahm da yanma ile ilişkilidir.

Burada dünya tarihinde üç yüzyıldır “bütün malların en kapitalisti (Quataert, 2009: 19) olan kömürden söz edeceğiz. Kömür, bu anlamıyla yer altından çıkarılan bir madendir. Yer kabuğundaki mineraller piyasa için bir değer taşıyorsa maden ya da cevher olarak sınıflandırılır. Arapçada “maden”2 toprağın içinde sarılı olmak, “cevher” de kıymetli taş anlamına gelir.

Kömür, çağımız insanı için yakıt ve enerji kaynağıdır. Bitkiler, ağaç kalıntıları ve bileşikler üst üste yığılıp çöker ve yer altında basınç ile milyonlarca yıl beklerse kömüre dönüşür. Turba, linyit, kömür, taş kömürü, antrasit, grafit kömürleşme yolundaki fiziksel ve kimyasal değişimlerin aşamalarıdır. Yer altına gömülen bu organik kalıntılar, karbon ve hidrojen oranlarındaki ve bileşimlerindeki farklılıklara göre petrol ve doğal gaz ya da diğer fosil yakıtlardan farklılaşır. Kömürün değerine vurgu yapan mecaz bir adı daha var: Kara elmas. Elmas da, karbon elementinin bir başka kristalize biçimidir.

Kömürün İşi Gücü

Maden kömürü, ısı ve enerji kaynağı olarak çok eski tarihlerden beri biliniyordu; ancak, odun kömürü daha kullanışlı ve bol olduğundan, sadece odunun kıt olduğu durumlarda devreye giriyordu. Biraz da böyle kıtlıkların tetiklemesiyle kömür madenciliğine alışan İngiltere’de, 18. yüzyıl sonlarında makineleşmedeki gelişmeler kömürü, sanayi devriminin motoru haline getirdi. Buharlı makine, üretimde ve madencilikte buhar gücünün kullanılması, 1803’te icat edilen buharlı gemi, 1820’de ise buharla çalışan lokomotifin icadı, demir yolları, demir çelik sanayi, silah fabrikaları bir döngü şeklinde birbirini besledi. Makineler, mühendisleri, teknisyenleri, işçileri çoğalttı; kitlesel üretim, kitlesel eğitim ve iş bölümü biçim değiştirdi, ulaşım ve taşımacılıktaki ilerlemeler ile mesafeler kısaldı.

İngiltere’de 1800’lerde su çarkı kullanan 1000 fabrikaya karşı 84 pamuk fabrikası, buhar makinesine geçmişti. 1830’larda bu oran eşitlendi. Su kaynaklarına bağımlı olmayan fabrikalar, kasaba ve kentlere taşınmaya başladı ve işsiz ordusunu kolayca kendisine çekti. 1830’larda ilk umumi demiryolu yine İngiltere’de, ham pamuğu limandan fabrikalara taşımak için yapılmıştı (Angus, 2021: 154).

1885’de Fransa’da Emile Zola, madencilerin sefaletini, yoksulluğunu ve kötü çalışma koşullarını Germinal’de ustalıkla resmetti. 1848 Avrupa devrimlerindeki eylemlilikler ile Fransa’da madenci grevleri baş göstermiştir. Ümit Kıvanç 16 Ton adlı belgeselinde, keşifler çağında yerlilere ve Afrikalılara karşı geliştirilen kölelik bilgisinin, buhar çağında Avrupa kömür madenlerine nasıl aktarıldığını anlatmakta, “bir tarafından insan atılıp öbür tarafından kömür çıkarılan” madenciliğin sanayi haline gelişini etkileyici biçimde görselleştirmektedir. Başlangıçta beş yaşındaki çocuklar bile bu ölüm tuzağından kurtulamamıştı. 1897’de Pensilvanya’da çeşitli milliyetlerden maden işçilerinin başlattığı grevin, ulusal muhafızlar tarafından kanla bastırılması ile ABD’de de şirketler ve devletin toplu madenci katliamları haber oldu ve ardından bir yılda binden fazla madencinin öldüğü, katliam gibi kaza listeleri tutuldu.

Aynı dönemlerde ABD’de Frederick Winslow Taylor (1856-1915), Fransa’da da Henry Fayol (1841-1925) kömür madenlerindeki araştırmalarıyla kapitalizmin yönetsel tekniklerini kaydedip geliştirdiler. Amaçları bir yandan üretimde verimlilik artışı sağlayarak kâr oranlarını yükseltmek, diğer yandan emekçi sınıfların kitle halinde bir araya gelmesine yol açan sendikaların gücünü ve iş yeri örgütlerindeki direnişi kırmaktı. Kapitalizmin kendisi gibi yönetsel tekniğinin bilgisi de maden ocaklarından çıkmaktaydı.

Kozlu kömür işletmelerinde işçiler toplu halde, 1930’lar. Kaynak: İBB Atatürk Kitaplığı / Albümler Koleksiyonu / Krt_013490

Sınıf savaşımı süredursun, ulusal cephelerde de –Alsace Lorraine’de olduğu gibi– kömür ve demir yatakları, paylaşım savaşlarının da baş sebeplerinden biri oldu. Avrupa’da savaşlar bitince Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adı altında bütünleşmeye de yine kömür ön ayak oldu. Kömür ve çelik ticaretinde ortaklaşma amacıyla bir araya gelen Avrupa toplulukları Avrupa Birliği kurumlarını inşa etmeye başladı.

İklim Krizi Failleri: Karbon Salınımı3

Kapitalizmi hızlandıran, ulusal sınırları şekillendiren kömür –ve petrol ile birlikte diğer fosil yakıtlar– günümüzde küresel iklim değişikliğinin insan merkezli en önemli sebeplerinden biri olarak görülüyor. Başlangıçta hava kirliliği, çevreye yayılan zehirli gazlar gibi daha yakın ve hemen anlaşılabilen sonuçlara karşı, özellikle kömürlü termik santrallerin etrafında süren eylemler vardı. Kömürlü termik santrallerin insan sağlığına olduğu kadar ekosisteme de olumsuz etkileri pozitif bilim araştırmalarında ortaya konulmaktaydı. Hava, toprak ve su kirliliği üzerine yürütülen bu çalışmalar, şimdilerde atmosfere salınan karbon miktarı ölçümleri ile de güçlendirilmekte.

Gelişen ya da az gelişmiş ülkeler nezdinde ise küresel kapitalist ülkelerin izlediği yolun aynısını seçmek ve daha çok kalkınmak ideali, sağ ve sol ideolojilerin ortaklaştığı bir konu oldu. Kalkınma söz konusu olunca, hem maden kazaları ve madenci ölümleri hem de halk sağlığı ve ekolojik tahribat, aşılabilecek teknik sorunlara indirgeniyor, işçi sınıfı ve yerel halk şikâyet etse de maden ocaklarına, termik santrallere sahip çıkıyordu.

İklim değişikliği, küresel ısınma, sera etkisi, karbon salınımı, karbon piyasası, karbon ayak izi terminolojisine hakim oldukça, dünyanın küresel bir felaketle karşı karşıya olma riskine dair ortak bir ekolojik bilinç gelişmekte. Üstelik bu bilinç kapitalizmin merkezindeki gelişmiş ülkelerden daha çok yayılmakta.4 Yine de kömür, dünyada birincil enerji üretiminde petrolden sonra ikinci sırada ve aynı zamanda elektrik üretiminin de % 36’sı kömür ile gerçekleşmekte.5

Peki, ama kömürden çıkış mümkün mü? Nasıl? Yerine ne konulacak? Bütün bu olan biten nükleer lobisinin bir oyunu mu (Cohen & Mckillop, 2016: 67-92)? Derken 2021’de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve enerji krizine yol açan savaş politikaları, Avrupa’da kapatılması planlanan kömürlü termik santralleri yeniden hatırlattı. Oysa kömür, devlet tarafından sübvanse edilme zorunluluğu, ileri teknoloji gereksinimi, işçi maliyetleri ve yüksek sendikalaşma düzeyi gibi sebeplerle epeydir Avrupa’nın kalbinden çıkarılmış, kömür sahaları çok yüksek maliyetlerle rehabilite edilmişti.6 Koyu gri, kömürlü şehirlerin hepsi, geçmişin sosyalist ülkelerinin alamet-i farikası olmalıydı. Ekstraktivizm,7 ucuz kömür ve işçi ölümleri, dünyanın taşrası ülkelere kayıvermişti.

Osmanlı’nın Kömür Yönetimi: İlk Yüzyıl

Kömürün tarihi, Osmanlı’da Zonguldak tarihi ile, taş kömürü ile başlar.8 Zonguldak’ta kömürün keşfedilme anına dair, daha sonra kurgu olduğu anlaşılan Uzun Mehmet9 gibi hikâyeler, 1822 gibi bir başlangıç tarihi saptamıştır. Aslında kömürün serbest olarak satılmasına izin veren 1838 İngiliz Ticaret Anlaşması kömür tarihi açısından daha anlamlıdır (Çatma, 1998: 69). Yoksa kömür, zaten hep oradadır; ancak, buharlı gemiler ortaya çıkıncaya kadar ilgi odağı değildir.

Havza’da kömür üretimi, 1830’larda yerli ve yabancı küçük sermaye ile başlar ve bu kömür, daha çok tersanede, tophanede, buharlı ticaret gemilerinde tüketilir. Bu dönemde bir yandan da Havza sınırlarının ve kömür rezervinin tespit edilmesi yönündeki çalışmalar da sürer.10

“Kara Elmas”ın keşfinin 107. yıldönümü nedeniyle, 1935. Kaynak: Servetifünun – Uyanış no. 2048/363 (21.11.1935), s. 408-9

Devletin Havza’daki varlığı, 1848-1865 Hazine-i Hassa11 idaresinin kömürü Galata sarraflarının kurduğu kömür kumpanyasına iltizam usulü kiralaması ile sınırlıdır. Üretim taş ocaklarına benzer tarzda, basit bir şekilde yürütülmüştür. 1854’te Kırım Harbi sırasında havzaya İngiliz İdaresi girmiş ve dekovil hatları, demir yolları, maden direkleriyle tahkim edilen ocaklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Sonraki on yılda, İngiliz Kömür Kumpanyası üretimi ele almıştır (Firuz ve diğ., 1973: 43).

Bahriye Nezareti’nin yönetimindeki 1865-1909 yılları arasında, donanma ihtiyaçları ön plana çıkmış, Havza’daki çalışma yönetimi ve hukuku bu dönemde Dilaver Paşa Nizamnamesi ile düzenlenmeye çalışılmıştır. Kok fırını, briket fabrikası, çimento fabrikaları, liman, havai hat, varagel, lavuar gibi teknik altyapı bu dönemde ortaya çıkar. Üretim hâlâ özel işletmelerdedir; ancak alım-satımlarda devlet kontrolü sıkıdır.

1909-1920 Ticaret Nezareti döneminde Havza-i Fahmiyye (Kömür Havzası) Müdürlüğü kurulmuş, Kozlu Kömür Madenleri Osmanlı Anonim Şirketi ve Maadin Osmanlı Anonim Şirketi faaliyete başlamıştır. I. Paylaşım Savaşı ile birlikte Alman sermayesi, savaş sonrasında ise Fransız sermayesi sahaya girmiş ve “İtilaf Devletleri Kömür Komisyonu” kurulmuştur. 1913, Soma linyitlerinin de ordu ihtiyaçları için kullanılmaya başlandığı yıldır.

Osmanlı Ereğli Kömür Şirketi, Üzülmez Maden Ocağı, 1910’lar. Kaynak: Salt Araştırma / Fotoğraf ve Kartpostallar Koleksiyonu / AHZON008 []
Birinci Mükellefiyet

Kömürü söküp çıkaran emekçiler, 1867 yılında “mükellefiyet sistemi” ile tanıştı. Mükellefiyet, maden ocaklarında yeterli düzeyde işçi bulunamayınca insanları zorla çalıştırmanın adıydı. Önceden Galata’daki sarraflar ve şirketler, Karadağ, Hırvatistan ve Arnavutluk’tan göçmen işçi ve usta temin ediyordu. Kırım Harbi döneminde İngiltere’den mühendis ve maden teknisyenleri getiriliyordu. Ancak Kırım Savaşı sonrası, Dilaver Paşa Nizamnamesi ile birlikte kömür havzasının çevresindeki köylerden, 13-50 yaş arası sağlıklı erkeklere nöbetleşe (münavebeli) çalışma usulü ile çalışma zorunluluğu getirildi (Çatma, 1998: 80). Nöbetleşe çalışma ile bir ayın on beş gününü madende, on beş gününü köylerinde geçiren işçiler, tarımsal üretimden de tam olarak kopmuyordu. İşçiler düşük ücret alıyor ve askerlik hizmetinden12 muaf tutuluyordu. Maden havzası sonraki 40 yıl bu şekilde yönetildi. Quataert 300’den fazla köyün münavebeli işçi gönderdiğini yazar (2009: 20). Dünyada çok nadir görülen böylesine bir yöntem ile maden çalışanları işçileşmekten çok askerleşmişti.

Çalışma kampları modelinin bu biçimi, yerel yöneticilere, işçiler üzerinde müthiş bir iktidar sağlamaktaydı. Sonuç, üretim artışı değil; açlık, yoksulluk, hastalık ve firar oldu. Meşrutiyet13 sonrasında, 500 kadar münavebeli işçi madene değil; hasata gittiği için şirketler, işçi sıkıntısı yaşadı. Savaş ve seferberlik yıllarında ise madende çocuklar, yaşlılar, engelliler ve tecrübesizler kalmıştı (Çatma, 1998: 111).

Cumhuriyet: İkinci Yüzyıl

1920 sonrası Maliye Nezareti yönetimi ile askeri amaçlar ve kömür satımına dayanan politika değişmeye başlar. Kömür üretiminin rasyonelleştirilmesi, teknik eleman yetiştirme ve Avrupa’ya öğrenci gönderme planlanır. 1924’te Zonguldak’ta “Yüksek Maadin ve Sanayi Mühendis Mektebi” açılır. İş Bankası, bazı ocakların sahipliğini üzerine almaya başlar. 1935’te Maden Tetkik Arama Kurumu (MTA) kurulur. Fransız sermayeli Ereğli Şirketi, 1936’da liman ve demir yolları ile birlikte (Türk, 1981: 38) millileştirilir14 ve böylece havza yönetiminin bir kısmı ile Değirmisaz, Tunçbilek, Soma linyitleri Etibank’a devredilir.

Ülke demir ağlarla örülürken, trenlerde, vapurlarda kömür ihtiyacı artmaktadır. Ayrıca İngiltere’de ve Belçika’da başlayan grevler, kömür fiyatlarını yükseltmiş, kömür ihracatına yönelmek isteyen özel işletmeciler üretimi arttırmakta başarılı olamamıştır (Zaman, 2004: 85).

II. Paylaşım Savaşı ile birlikte Etibank’a bağlı Ereğli Kömür İşletmesi (EKİ), devletleştirme ve kömürde tekel olma yolunda çalışmalar yürütür ve 1940’a gelindiğinde linyit ve kömür havzalarının tek işletmecisi olur. Ayrıca 1939 yılından itibaren Sümerbank’a bağlı olarak faaliyete geçen Karabük Demir Çelik (KARDEMİR)15 Fabrikası da peyderpey üretime başlamıştır.

Etibank’ın kömür afişi, 1954. Kaynak: Milli Kütüphane / Kitap Dışı Materyaller Koleksiyonu / 1954 AFİŞ 45
İkinci Mükellefiyet

Cumhuriyet ile bir süreliğine askerlerin madenlerde istihdamı son bulmuştu. Zonguldak bölgesinde zorunlu iskâna tabi tutulan Dersimli aileler madene alınmıştı. II. Paylaşım Savaşı ile birlikte Milli Koruma Kanunu’na dayanan bir kararname ile 1940-48 yılları arasında, mükellefiyet ve asker işçiler yeniden geldi. 97 yaşındaki bir mükellefiyet işçisi o dönemi şöyle aktarıyor:

İki-üç ay ocakta durmadan çalıştığımız oluyordu. Kolu, bacağı yok demeden, işe yarasın yarmasın, herkesi zorla ocağa soktular. Askerlikten geldikten sonra direkt ocağa aldılar beni. Madenler o zaman çok kalabalıktı, insanlar karınca gibiydi. Jandarma, mükellef kaçaklarını yakaladığında dövüyordu. Annen baban ölsün köyüne gelmenin imkanı yok, yollamıyorlardı. İzin alman mümkün değil. Jandarmaya emir vermişler, sopa dersen çok bol, kımıldatmıyorlar seni (Aksoy, 2013).

Kozlu taş kömürü ocağında işçiler, 1936. Kaynak: İBB Atatürk Kitaplığı / Albümler Koleksiyonu / Alb_000690

Kan

Önce öksürüverdim
Öksürüverdim hafiften,
Derken ağzımdan kan geldi
Bir ikindi üstü durup dururken
Meseleyi o saat anladım
Anladım ama, iş işten geçmiş ola
Şöyle bir etrafıma baktım,
Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ
Mesela gökyüzü,
Maviydi alabildiğince
İnsanlar dalıp gitmişti
Kendi alemine

Muzaffer Tayyip Uslu

İtiraf

Ben,
Gülebilmemiz için ağlıyan
Ağlıyabilmemiz için gülen adam.
Ben bir tarik-i dünya.*
Hallac-ı Mansur’dan sonra
Benim derim yüzülecek
Zonguldak’ta
Ve gözlerime mil çekilecek.
Ben bir tarik-i dünya
Ne ev ne bark
Ne çoluk çocuk sahibi.
Bütün malım mülküm
Ellerim ayaklarım
Ve gözlerim.
Kupkuru bir kuyudayım ki
Yusuf’u özlerim.

Rüştü Onur
*Tarik-i dünya: Dünyadan kaçan

Kömür havzasında kurulan İş Mükellefiyeti Müdüriyeti’nde görevli memurlar, muhtarlar aracılığı ile köylerden işçi toplar. Kaçanları yakalamak için kömür işletmesinde Tahkimat Komutanlığı kurulur. Kaçan işçi bulunamadığı zaman eşi, komutanlıkta rehin tutulur. Asker ve memurlar sık sık talana ve şiddete başvurur. Ocağa gitmeme uğruna kendini sakatlayanlar bile olmuştur (Oral, 1997: 27).

İrfan Yalçın, Ölümün Ağzı romanında, asker şiddetinin firari işçilerin eş ve kızlarına tecavüze varmasına ve bu nedenle gerçekleşen intiharlara dikkat çeker. Yine Yılmaz Erdoğan’ın Kelebeğin Rüyası (2013) filmi, iki genç şairin, Rüştü Onur (22) ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun (24) mükellefiyet uygulaması ile maden ocaklarında zorunlu çalıştırılmalarını, bunun sonucunda da verem olarak ölmelerini konu alır.

Mükellefiyet kapsamında köylüler ile birlikte hükümlüler de cezalarının bir parçası olarak madenlere gönderilmiş, bu amaçla maden bölgesinde üç adet yeni maden cezaevi faaliyete geçmiştir (Çatma, 1996: 29). Bütün bu uygulamalar, savaş sırasındaki tek parti döneminin, “komünistlikle” etiketlenmiş kötü hatıraları olarak zihinlere yerleşmiş, Demokrat Parti ve Adalet Partisi’nin propaganda konusu olmuştur.16

1946-47 yıllarında, kömür havzasında dernekleşme, sendikalaşma girişimleri de başlamıştır (Oral, 1997: 33-35). Devlete ait işletmelerde, Demokrat Parti ile ilişkileri sıkı tutmaya çalışan bir sendikacılık anlayışı gelişmiştir.

Savaş Sonrası: Devlet Öncülüğünde Kalkınma

1948 yılında Türkiye’nin ilk kömürlü termik santrali olan Çatalağzı Termik Santrali (ÇATES) faaliyete geçmiştir. Bu santral 1952 yılında İstanbul’a elektrik sağlayarak uzak yerlere enerji iletimini olanaklı kılmıştır.17

1957’de Etibank’tan ayrılan EKİ, iktisadi devlet teşebbüsü statüsü ile Türkiye Kömür İşletmesi Kurumu’na (TKİ) dönüştürülür. Demir Çelik İşletmeleri de Sümerbank’tan ayrılıp kamu iktisadi teşebbüsü olarak örgütlenir. 1960’larda ilk yassı çelik üretimini yapacak olan Ereğli Demir Çelik (ERDEMİR) kurulur.

Bütün bu yatırımlar, yabancı sermayenin, Marshall yardımlarının, hibe, kredi ve borçların yardımıyla mülkiyeti ve işletmesi devlete ait devasa bir kamu iktisadi teşebbüsü dünyası oluşturmaya yardımcı olur. Bu yıllar, 1961 Anayasası’nda tanımlandığı şekliyle devletleştirilen ve devlet işletmesi olarak oluşturulan ekonomik işletmelerin bakanlıklara bağlı KİT’ler (Kamu İktisadi Teşebbüsü) olarak kurumsallaşmaya başladığı dönemdir.

KİT’ler üretimin, bölüşümün, tüketimin ülke çapında dengeli, eşitlikçi dağılımını sağlamak, planlı ekonominin, kalkınmanın aracı olmak gibi niyetlerle oluşturulduysa da bir yandan politik saiklere dayanan atamaları ile siyasi partilerin arka bahçesi gibi görülmüş; bir yandan da hammadde ve emeğin birleşmesiyle oluşan değerlerin hoyratça yağmalanmasının da zemini olmuştur. KİT’ler ithal ikameci ekonomi politikaları ile korunduğu halde, yatırımların sürekliliği olmadığından, verimlilik ve üretkenlik artışı yaratmamış, başka ülkelerdeki benzerleri ile yarışamamış ve ayrıca kâr-zarar hesapları, serbest piyasanın rekabetçi mantığına göre tekil olarak hesaplandığı için hep zarar ediyor görünmüştür. KİT’lere yönelik “Piyasa ekonomisinin kamburudur” söylemi, özel girişimcilerin KİT’lere rakip ya da talip olmasına göre zamanla çeşitlenecektir.

1984 yılında Havza-i Fahmiyye, TKİ’den ayrılıp Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) adıyla yeni oluşturulan KİT’e bağlanmıştır. Böylece linyit ve taş kömürü üretim ve işletmesi birbirinden ayrışmışsa da iki KİT de aynı aşamalardan geçerek, neoliberal ekonomi politikalarının öznesi olacak ve böylece tüm diğer KİT’lerle birlikte aynı kaderi yaşayacaktır.

Büyük Madenci Yürüyüşü

Bugün maden ocağına kara elmas diyarına
İnmedik selam olsun sana dost
Ölesiye ışık hasretiyle solmuş bu yüzlere
Grev grev güneş doğmuş dost
Artık kaybedecek bir şey yok

Grup Yorum

1961 Anayasası sonrası, madencilere grev yasağını kaldıran 274 sayılı Sendikalar ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt kanunları ile birlikte sendikal hareket de canlanmaya başlamıştı. Zonguldak, cumhuriyet tarihinde işçi sınıfı mücadelelerinin yoğun olduğu bölgelerdendi ve özellikle 1965 Karadon direnişi bu eylemlerden en bilinenlerindendir (Bakioğlu, 2017: 72). 1969’da Alpagut’ta işçiler linyit madenini ele geçirir ve 34 gün ellerinde tutar (Narin, 2011). 1980’lere kadar ücret ve çalışma koşulları gerekçesi ile işçiler protesto, sendikal mücadele ve grev yollarına başvurmuştur. 1980 darbesi ile gelen yasaklar ve baskılar ise hareketsizliğe neden oldu. Sonraki yıllarda yüksek enflasyon ve ekonomik krizin faturasının emekçilerin sırtına yüklenmesiyle maden işçileri iyice yoksullaştı.

1989’da18 Genel Maden İş Sendikası, Şemsi Denizer’in başkanlığında 12 Eylül sonrasının en önemli emekçi direnişini Zonguldak’ta başlattı ve dönemin başbakanı ve 24 Ocak kararlarının uygulayıcısı Turgut Özal’a geri adım attırdı. 150 bin kişilik kitle, araçlarla gidişlerine izin verilmediği için, Zonguldak’tan Ankara’ya yürümeye başladı; ancak, bu yürüyüş ikinci günde engellendi. Toplam 59 gün süren grev, Körfez krizi çıkınca ertelense de, sonuçta madenciler lehine bir sözleşme imzalandı.19 Sosyalist ülkelerin kapitalizme geçiş süreçlerinin başladığı yıllarda, 12 Eylül dönemindeki emekçi sessizliğini kıran bu direniş, Türkiye işçi sınıfı tarihinde bir dönüm noktası olarak okunabilir.

Liberalizasyon ve Özelleştirmeler

1980 sonrasında, Dünya Bankası’nın koşullu enerji ve madencilik kredileri ile başlayan kredi bağımlılığı, IMF kredi anlaşmaları ile birlikte yürüyecekti. 1993 yılından sonra madencilikte özelleştirme konulu raporlar ortaya çıkmaya başladı. 5 Nisan 1994 tarihli “Ekonomik Önlemler Uygulama Planı” ise özel sektör tarafından talep olmadığı takdirde maden ocaklarının kapatılmasını gündeme getirdi. Tansu Çiller, ekonomik kriz ve Gümrük Birliği yılları idi. Avrupa Topluluğu’nun Kömür ve Çelik Topluluğu ile 1996’da serbest ticaret anlaşması yapılmıştı. Kömür, çelik ile birlikte gümrük vergilerinden arındırılıyor, serbest ticarete konu oluyordu. Geçimini büyük oranda kömürden sağlayan Zonguldak’ta, mandıracılık, somon balığı üretimi projeleri konuşulmaya başlanmıştı. Bölge sanayisizleştirilecek ve sadece bununla sınırlı kalınmayacaktı. Liman, nakil hatları, lojmanlar, depo sahaları, misafirhaneler, yemekhaneler, arazi, yan kuruluşların hepsi özelleştirme kapsamındaydı.

Kalkınma planlamacıları, kamu kurumları, mühendis odaları, sendikalar, üniversiteler, aksi raporlar hazırlayıp dursa da özelleştirme, küçültme, taşeronlaştırma, ihale etme yöntemleri galip gelecekti. Havza-i Fahmiyye sınırları kapsamındaki toprakta devlet mülkiyeti vardı; ama, Bakanlar Kurulu kararları ile bu sınırlar yavaş yavaş daraltıldı. Kamu işletmeleri birbirinden ayrıştırılıp yönetilmeye, aralarındaki bağlar koparılmaya başlandı. Her bir işletmenin kâr-zarar hesabı artık ayrı ayrı tutuluyor, birbirlerine sağladıkları dışsallıklar böylece görünmez oluyordu. İşçi sayıları azaltıldı, emekli edilenlerin yerine yenisi alınmadı. Teknolojik yatırımlar durdu. Madencilik sektöründe ihale ile özel sektörden satın alınamayacak hiçbir hizmet kalmadı. Kamu denetçiliği, “teknik nezaretçilik” düzenlemeleriyle özelleştirildi. Maden kanununda özelleştirme yönünde düzenlemeler yapıldı (Ergüzeloğlu Kilim, 2004).

Rödovans

Karın tokluğuna, en zor koşullarda çalışmak, her madene girişte kaza riskini göze almak, ertesi güne sağ çıkıp çıkmayacağını bilmemek maden işçisinin üç yüz yıllık zorunlu yaşam biçimi. Madende devlet tekeli, açlık ve yoksulluk sınırında çalışmayı engellemedi elbette. Yine de bir kamu kurumundan emekli olmak, hastalık, sakatlık durumlarında kamu sağlık hizmetlerine ulaşabilmek gibi küçük ayrıcalıklar oluştu. İş hukuku geliştikçe, ölen maden işçisinin ailesine tazminat hakkı doğdu. Sendikalar, devletten haklarını talep edebiliyordu artık.

Mafya ve şirketler, maden sahalarına girmek için her yolu denemekteydi. Hafza-i Fahmiyye sınırları içinde evlerin içinden oyuklar açılarak kömüre ulaşılıyor, kömür kaçakçılığı hiç bitmiyordu. Altı boşalan zemin, zaman zaman “tasman” denilen göçüklere maruz kalıyordu. Kaçak kömür yeniden kamu kurumlarına satılıyordu.20 Zamanla bu uygulama, “rödovans” adı altında meşrulaştırıldı. Kaçak kömüre fişler kesildi. 1988’den itibaren de kamu işletmelerine ruhsatlı sahalar, rödovans sözleşmeleri ile taşere edildi. Böylece fiilen üretim işçi maliyetlerinden kolayca kurtulan irili ufaklı taşeron şirketlere geçmeye başladı.

Tuncer, çalışma koşullarının tekrar eskiye dönmesini, çoluk çocuk demeden madende çalışmayı, köle hukuku ile çalışmayı fotoğraflarıyla anlatır çalışmasında ve haklı olarak sendikaların özel şirketlerde neden örgütlenmediğini sorgular (1998: 210). Rödovans, madenciler için ne olduğu çok iyi bilinen; ama, Soma faciasına kadar sessizlikle geçiştirilen bir özelleştirme biçimi olmuştur.

#Bartın #somafaciası Kaynak: Twitter / @rfguzel []
Makarna-Kömür Hükümetleri

2014’te Soma’da 301 işçi, rödovanslı sahada yangın, Ermenek’te 18 işçi su basması, 2022’de ise Amasra’da 41 işçi TTK’ya ait sahada grizu sonucu can verdi. Uzmanlar, mühendisler ısrarla bu kazaların önlenebilir olduğunu söyledi. Katliam gibi toplu veya tek tek can alan kazalar, kimisi hiç duyulmayan, kan parası ya da tehdit ile üzeri kapatılan kazalar olageldi. Madenin bir tarafından insan atılıp öbür tarafından kömür çıkarılmaya devam edildi.

Göz göre göre gelen bu kazaların sorumlularının yargılandığı davalar da yıllara yayıldı, birkaç kişiye verilen göstermelik cezalarla bu kazalar ve sorumluları “ak”landı.21

Kömür, iktidardaki partilerin makarna ve çay ile birlikte yardım olarak dağıtarak oy devşirdiği de bir araç aynı zamanda. Mülki idarenin sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları ile belediyeler, işsiz, yoksun, hasta, engelli ve yoksul kişilere kömür yardımında bulundu. Bazıları onu kullandı, bazıları satarak başka ihtiyaçlarını karşıladı. Hane halkı kömüre döndükçe kentler yeniden grileşti ve nefesler daraldı.

Özel sektör, şirketler piyasaya girdikçe ithal kömüre bağımlılık da artacaktı. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), elektrik üretiminde ithal kömüre yerli kömürden fazla teşvik vermeye başladı. Bunun sebebi, sayıları 55’e ulaşan kömürlü termik santrallerin ve demir çelik sektörünün, kömür arzına ulaşımını garanti altına alabilmekti elbette. Yerli kömür, kalitesiz de olsa, kül ile karışık da olsa iç piyasada tüketilebilirdi. Hatta yardım olarak dağıtıldığında, yıkama teknolojisine yatırım yapmaya gerek bile kalmazdı.

Soma Madencilerini anmak için 100. Yıl İnsiyatifi tarafından yapılan duvar resmi Kaynak: Farklı Bir Bakış []
Sonsöz

Bu satırlar yazılırken Muğla’nın Milas ilçesindeki Akbelen Ormanı’nda, maden sahalarının genişletilmesi için ağaçların kesilmesine karşı çıkan İkizköylüler’in nöbeti 550. günü buldu. Köylüler zeytinlerini, meralarını, hayvanlarını, derelerini, yer altı sularını korumak için 7/24 ormanda kurdukları çadırda mücadele etmekte. Şirket, yargı sürecindeki her boşluğu fırsat bilerek, jandarmayı da yanına alarak yağmalamaya devam ediyor. Bölgede 40 yıldır süren madencilik ve üç termik santralin yarattığı tahribat zaten çok büyük. Ekoloji aktivistleri bu doymak bilmezliğin “ekokırım” adıyla anayasal bir “suç” kategorisine dönüştürülmesi için uğraşıyor.

Behiç Ak’ın 13 Mart 2022 tarihli Cumhuriyet gazetesi karikatürü. Kaynak: Cumhuriyet / Çizerler [Çevrimiçi Edisyon] (13.03.2022) []

Emek ve ekoloji mücadelesinin, iklim aktivistlerinin birleştiği konudur kömürden çıkış. Emekçiler için açlık, yoksulluk, kaza riski, geçim sıkıntısı, köleci çalışma koşulları yaratmayan herhangi bir alternatif yeterli. Ekolojistler doğa ile uyumlu yaşam, yenilenebilir doğa dostu enerji arayışında. Enerjiye bakış açımızı da değiştirebiliriz elbette. Kalkınmanın, doğanın geri dönüşsüz biçimde yok olması ve ölümcül hastalıklar pahasına gerçekleşmesine razı değil artık yeni nesil. Peki kömürden çıkalım diyen gelişmiş ülkelerin karbon pazarlıkları, fosil yakıta dayalı taşımacılık sistemleri ve nükleer enerjiyi yeşile boyamalarına ne demeli? Militarist teknolojilere, nükleer silahlara, savaş politikalarına nasıl direnmeli?

Kömürü, sadece sevgilinin gözlerinde arayan romantik şairlere, kardan adamın gözlerine yakıştıran neşeli haylaz çocuklara bırakabilsek keşke…22

Maden Filmi

1978 tarihli kült bir film Maden, Türkiye’nin “Germinal”i olarak izlenebilir. Yönetmeni, senarist ve yapımcısı Yavuz Özkan’dır. Oyuncu kadrosunda yer alan Cüneyt Arkın ve Tarık Akan, birbirine zıt politik hatlardan yollarına devam eden devleşmiş jönler olarak Türk sinemasında yer ettiler. Hikâye, Zonguldak maden ocaklarında geçer. Bu yönüyle dönemin madenciliğini araştıran bir çalışma için belgesel doküman özelliği taşır bu film ve maden ocağında kaza sonucu ölen bir işçinin ardından çalışma arkadaşlarının verdiği mücadelenin, sarı sendika tarafından baskılanmasını anlatır. Ancak kurgu bu ya, maden ocaklarının gerçekte işletmecisi olan “devlet,” kavganın görünmez öznesidir, filmde “patron” olarak tarif edilmiş, sessizce geçiştirilmiştir. Yine de o dönemin Yeşilçam koşullarında çekilen kaza sahnesi, hâlâ izleyicileri o madende hissettirecek kadar gerçekçidir.

Film, finalinde devrimci bilinç kazanan emekçilerin düzene karşı örgütlenmelerini sağlar ve bununla yetinmez, kadının toplumdaki yerini değiştirmeye de meyleder. Kadınlara madenlerde çalışma yasağı, ILO tarafından 1935 yılında 45 no’lu sözleşme ile getirilmiş, Türkiye de bu sözleşmeyi, 1938’de imzalamıştır. Ancak madenciler dünyasında kadınların ev içindeki görünmez iş yüklerine ve bakım emeklerine, genç yaşta dul kalma, öksüz kalan çocuklara tek başına bakma gibi roller de eklenir. Filmde devrimci İlyas, böylesine emektar bir eşi, “eğlencelik” bir başka kadına tercih ettirmez ve böylelikle sükûnet sağlanır.

Bu filmin alt metninde, nöbetleşe madencilik döneminde işçiler için konuklama yeri olarak yapılan ek binalarda (Fransızca pavillon), işçileri madende tutmak için icat edilmiş eğlence anlayışı var mıdır? Pavyon kelimesini biraz kazıdığımızda altından yine maden mükellefiyeti çıkar mı acaba?

Yavuz Özkan’ın 1978 tarihli Maden filminin afişi, 1978. Kaynak: Internet Movie Database / Maden (1978) []
Mangal Kömürü

Şile’nin bir köyünde, odunu kömüre dönüştürmenin kadim tekniğini anlatan Emeğin Öyküsü adlı belgesel sayesinde işin inceliklerini ve tüm meşakkatini fark ediyoruz. Tekniğine uygun yapılmazsa kömür küle dönüşür ve tüm emekler boşa gider. Meşe, palamut, gürgen, kayın ağaçlarından doğanın milyonlarca yılda yaptığı işi, bir çırpıda yapmayı başarmış insan aklı. Bu kömür eskiden evlerde ısınma amacıyla ya da yemek pişirmede kullanılıyordu. Soba yerine kullanılan bakır, pirinç mangallar şimdilerde sadece müzelerde görülüyor. Elektriğin icadından önceki dönemin kömürlü ütülerini de anmadan geçmek olmaz.

Muzaffer İzgü’nün hayatından bir kesiti anlatan Zıkkımın Kökü romanından uyarlanan aynı adlı filmde, yoksulluktan mangalı dahi olmayan bir ailenin evin içinde kazdıkları bir çukurda, yanan kömürle ısınma mücadelesini görürüz. Yine aynı eser bize, kalıntı kömür tozlarından ucuz kömür yapmanın yöntemini de gösterir. Kömür satın almak, yığmak, depolamak, taşımak, mangalı ve sobayı yakmak, kömürde yemek pişirmek, çamaşır kurutmak, dumandan zehirlenmek, yanmak ve ölmekle ilgili sonsuz çeşitlilikte gündelik yaşam hikâyesini düşündürür bu film bize.

Kazan Dairesi

Merkezi ısıtma sistemi, bir iddiaya göre dünyada ilk kez 1784’te Ağrı, Doğu Beyazıt’ta İshak Paşa Sarayı’nda yapılmışsa da, kömür çok katlı evleri ve çok apartmanlı siteleri saraya dönüştürmüştür. Buharlı gemiler ve trenlerde olduğu gibi ev, lojman, okul, hastane ve iş yerlerinde de kazan daireleri ve bundan sorumlu görevliler bulunur. Apartmanlarda ortak kullanımın getirdiği konfor ve ekonomi ile, bu sistemin yönetimi konusunda bir türlü anlaşamama da el ele yürür durur.

KAYNAKÇA

Aksoy, E. (2013). Kelebeğin Rüyasının Mükellefiyet Dönemi. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/yasam/kelebegin-ruyasinin-mukellefiyet-donemi/270540

Angus, I. (2021). Antroposen’le Yüzleşmek. Fosil Kapitalizm ve Dünya Sisteminin Krizi. N. Onuk (Çev.). İstanbul: Marx-21.

Bakioğlu, A. (2017). Çalışarak Yok Olmak: Son Büyük Yürüyüşün Ardından Zonguldak Kömür Madeni İşçilerinde Direniş ve Dayanışma. A. Barutçu & F. Uzar Özdemir (Der.) içinde. Yüz Karası Değil Kömür Karası Zonguldak. (69-78). İstanbul: İletişim.

Cohen, M. & Mckillop, A. (2016). Kıyamet Makinesi. S. Aslanpay (Çev.). İstanbul: İletişim.

Çatma, E. (1996). Zonguldak Madenlerinde Hükümlü İşçiler. Zonguldak: KESK-Maden-Sen.

Çatma, E. (1998). Asker İşçiler. İstanbul: Ceylan.

Denizer, Ş. (1991). Şemsi Denizer Anlatıyor: Zonguldak Gerçeği. Zonguldak: Uyanış AŞ.

Ergüzeloğlu Kilim, E. (2004). Taşkömüründe Özelleştirme. Türkiye 14. Kömür Kongresi Bildiriler Kitabı içinde. (325-357). Zonguldak: TMMOB Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi.

Firuz, B., Günver, A., Yalabık, İ. ve diğ. (1973). Cumhuriyetin 50. Yılında Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu. Çam Matbaa.

Kabataş, O. (2003). Divanü Lügati’t-Türk’ten Türkiye Türkçesine. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı – Belleten, 49, 147-161, https://dergipark.org.tr/tr/pub/belleten/issue/45180/565537

Kuyumcu, M. (2005). Doğu Almanya Linyit Ocakları Islahı ve Çevreye Entegrasyonu. Madencilik ve Çevre Sempozyumu. (165-172). TMMOB Maden Mühendisleri Odası.

Narin, Ö. (2011). Uzay Çağında Sosyal Adalet Arayışı: 1969 Alpagut Olayı. Sendika.org. https://sendika.org/2011/12/1969-alpagut-olayi-ozgur-narin-60937/

Quataert, D. (2009). Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet: Zonguldak Kömür Havzası: 1822-1920. N. Özok Gündoğan & A. Zana Gündoğan (Çev.). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi.

Oral, T. (1997). Varoluşun Destanı. Zonguldak: Genel Maden-İş Yayınları.

Öztürk, G. (2022). Çatalağzı: Kömürün Nefesi. Yeşil Gazete. https://yesilgazete.org/catalagzi-komurun-nefesi/

Soma Maden Faciasının Sekizinci Yılı: Sorumlular Cezalandırıldı mı? (2022). BBC Türkçe. https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-61435176

Şenalp, M. G. (2021). Ekstraktif Kapitalizm ve Ulusötesi Maden Şirketleri. Madenciliğin Politik Ekolojisi Sempozyumu. (36-43). Polen Ekoloji ve Ekoloji Birliği Yayını.

Tuncer, K. (1998). Tarihten Günümüze Zonguldak’ta İşçi Sınıfının Durumu: Kumpanyalar Dönemine Geri Dönüş. İstanbul: Göçebe.

Türk, H. S. (1981). Madenlerin Devletleştirilmesi . Türkiye Madencilik Bilimsel ve Teknik 7. Kongresi Tebliğler Kitabı. Ankara. https://www.maden.org.tr/resimler/ekler/bb948d5b2147250_ek.pdf

Türkiye’de Kömür. (t.y.). https://turkiyedekomur.org/

Türkiye’de Madencilik ve Maden Yatakları. (t.y.). https://www.mta.gov.tr/v3.0/sayfalar/bilgi-merkezi/turkiyede-madencilik/images/maden_yataklari/b_h/linyit.jpg

World Energy Outlook (2022). https://www.iea.org/reports/world-energy-outlook-2022/outlook-for-electricity

Yalçın, İ. (2002). Ölümün Ağzı. İstanbul: Kaynak.

Yersel, K. (1989). Madencilikte Bir Ömür, Anılar-Görüşler. İstanbul: Yurt Madenciliğini Geliştirme Vakfı ve Maden Mühendisleri Odası.

Zaman, E. M. (2004). Zonguldak Kömür Havzasının İki Yüzyılı. Ankara: TMMOB Maden Mühendisleri Odası.

Kapak görseli: Maden ocağında havalı matkapla kömür dekupe eden maden işçileri, 1930’ların sonu. Kaynak: Salt Araştırma / Fotoğraf ve Kartpostallar Koleksiyonu / AHZON029 []

DİPNOTLAR
  1. 100 Sene 100 Nesne projesinin genel koordinatörleri Bediz Yılmaz, Esin Gülsen ve kömür maddesinin editörleri Taylan Koç ve Hakan Mertcan’a katkılarından dolayı çok teşekkür ederim.
  2. Doğada yüze yakın metal ve maden vardır. Bunlar çeşitli karışımlar ve işlemler yoluyla başka maddelere dönüştürülür. Örneğin kömür “kok” haline getirildiğinde, yani oksijensiz ortamda ısıtıldığında, çeliğin bileşiklerinden biri olur. Koklaştırma, belirli özelliklere sahip taş kömürünün plastikleştirilmesidir. Kömür bu haliyle metalürjinin de konusu olmuştur. Kömürü daha düşük sıcaklıkta “kok”laştırma ise onu, kimya sanayinin ham maddelerine dönüştürmeye yarar.
  3. Burada Türkçeleşmiş ve yerleşik hale gelmiş “salınım” yerine “emisyon” da diyebiliriz. Doğru Türkçeleştirmenin “salınım” mı “salım” mı olduğu konusunda güncel bir tartışma var. Salmak, bir başka özne tarafından gerçekleştirildiğinde sal-ın-mak gibi okunabilir. Hem bu tekrarlayan bir döngüyü –salına salına yürümek gibi– de çağrıştırıyor. Mastar görünümünde “sal-mak” kullandığımızda ise doğa, kendi kendine bu işi yapıyor ya da insanlar bile isteye rutin olarak karbon salıyor düşüncesi yaratıyor.
  4. 2006’da Uygunsuz Gerçek adı ile yayınlanan An Inconvenient Truth adlı belgesel film, eski ABD başkan yardımcısı Al Gore’un küresel ısınmaya dikkat çekmek için hazırladığı kampanyanın ürünüydü.
  5. Elektrik, 2021’de tüm dünyada kullanılan kömürün % 59’unu, doğalgazın % 34’ünü, petrolün % 4’ünü, tüm yenilenebilir kaynakların % 52’sini ve nükleer enerjinin % 100’ünü kullandı (World Energy Outlook, 2022).
  6. 1990’larda Doğu Almanya’da enerjinin % 70’i linyitten sağlanırken bu oran, Batı Almanya’da % 8’de kalmıştı. İki Almanya’nın birleşmesinin ardından sosyalist özelleştirme, kapatma, ıslah çalışmaları sonucunda 15-20 yılda göle dönüştürülen maden ocakları sayesinde bütün Almanya’da göllerin yüz ölçümü, beşte bir oranında artacaktı (Kuyumcu, 2005: 168).
  7. Toprakta gömülü olan değerleri çıkarma, yağmalama, sömürme anlamında ekstraksiyon (extraction), merkantilizm dönemi ile birlikte başat ekonomi politikası olmakla birlikte neoliberal güncel biçimi yeni-ekstraktivizm olarak da tanımlanmakta (Şenalp, 2021).
  8. Linyit, cumhuriyet dönemini bekleyecek, linyitli termik santraller ise çok yakın bir tarihe, 80 sonrası döneme kadar yaygınlaşmayacaktır. https://turkiyedekomur.org/harita/ web sitesinde güncel termik santral haritası, işletmecisi, kapasitesi, kuruluş yılları bilgisi, raporlar ve bolca görsel malzeme bulunabilir. https://www.mta.gov.tr/v3.0/sayfalar/bilgi-merkezi/turkiyede-madencilik/images/maden_yataklari/b_h/linyit.jpg adresinden mevcut linyit yatakları haritasına erişilebilir.
  9. Quataert, Uzun Mehmet hikâyesinin, 1932 yılında Zonguldak Halkevi tarafından seçilmesini ve cumhuriyet ideolojisine göre farklı kişilerce birkaç versiyon olarak şekillendirilmesini uzun uzun anlatmaktadır (2009: 22-40). Dönemin ideologlarının kömürün yüzüncü yaşını, cumhuriyete denk getirmek gibi bir kaygıları olmamıştır muhtemelen, yine de bu tarihleme bizim başlık bölümlendirmemize esin kaynağı oldu.
  10. Havza sınırları 1910 yılında 289 sayılı Teskere-i Samiye ile belirlenmiş, 1968 yılında 6/10692 sayılı kararname ile 2.200 km²’si denizde, 11.150 km²’si karada 13.350km²l’ik bir alan olarak belirlenmiştir.
  11. Padişah Abdülmecid’in özel mülkü olarak düzenlenmişti.
  12. Askerlik süresinin 6 yıl olduğu, yedek askerlik ile birlikte bu sürenin 20 yıla çıkabildiği de göz önünde bulundurulmalıdır.
  13. 1908 Meşrutiyet grevleri arasında Ereğli Maden Ocakları grevleri de sayılmaktadır. Grevler daha çok serbest olarak madende çalışmaya gelen işçiler tarafından yapılmıştır.
  14. Millileştirme, Türkleştirme serüveni kamulaştırma ile karıştırılmaktadır. Hikmet Sami Türk, makalesinde “devlet aklı”nın bu biçimini fark ettirir. Türk, Adalet Bakanlığı yaptığı dönemde cezaevlerindeki “hayata dönüş” operasyonlarındaki siyasi tutsakların ölümlerinin sorumlusu olarak bu aklın sadık izleyicisi olma gayretini sürdürecektir.
  15. KARDEMİR’in yer seçiminde kok elde etmeye elverişli olacak kömür madenine yakınlık önemli bir ölçüt olmuştur. Etibank tarafından Divriği’de demir madeninin bulunup işletilmesi de bu tarihlere rastlar.
  16. Madende rasyonelleştirmeden sorumlu İhsan Soyak, Oral tarafından kötü uygulamaların sorumlusu olarak gösterilirken (1997), dönemin mükellefiyet müdürü maden mühendisi Kadri Yersel tarafından “rasyonelleştirme” başarısıyla övülmektedir (Yersel, 1989: 24).
  17. Çatalağzı Termik Santrali’nin günümüze uzanan kirletici etkisini anlatan bir haber (Öztürk, 2022): https://yesilgazete.org/catalagzi-komurun-nefesi/ Video: https://youtu.be/M_LBPn7OGMY
  18. 1989 yerel seçimleri ile ANAP iktidarı gerileyince birçok işyerinde çoğu yasa dışı olan “Bahar Eylemleri” başlamıştı. Bakioğlu’nun aktarması ile bu eylemler; “İş yavaşlatma, viziteye toplu olarak çıkma, fazla mesaiye kalmama, vezne önünde kuyruk oluşturma, işe geç başlama, ara dinlenmelerini tam olarak kullanma, miting ve toplantı yapma, servis araçlarına binmeyerek yürüme, açlık grevi, yemek boykotu, dilekçe verme, ücret fişlerini işverene ya da yetkililere yollama, toplu iş sözleşmesi dışındaki ödemeleri reddetme, toplu mektup gönderme, sakal bırakma” gibi çeşitli biçimlerdeydi (2017: 73-74).
  19. “Çankaya’nın Şişmanı, İşçi Düşmanı” sloganının da üretildiği eylemlerin gün be gün kaydı için bkz. Denizer, 1991.
  20. Kaçak kömür meselesi, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’na hazırlanan “Hizmete Özel” Türkiye Taşkömürü Kurumu 2001 Yılı Raporu’nda da detaylı incelenmiştir.
  21. Soma davası avukatlarından Selçuk Kozaağaçlı ve Can Atalay, çeşitli gerekçelerle yıllarca hüküm giydiler ve hâlâ cezaevindeler. 301 işçinin ölümü ve 162’sinin yaralanmasından sorumlu olarak yargılanan 51 kişiden 32’si ise beraat etti. 2021 yılının Şubat ayında bu dava ile ilgili hiç tutuklu sanık kalmamış, hepsi tahliye edilmişti (BBC, 2022).
  22. Zonguldak Maden Müzesi ve Kömür Deneyim Ocağı’nda sanal bir tur için: https://www.zonguldakmadenmuzesi.com/

İLGİLİ NESNELER